"Kültür kuramı, kendi tarihsel doğuşu, yükselişi ve düşü-şünün bir muhasebesini yapabilmelidir. Sözcüğün en katı anlamıyla düşünüldüğünde, kültür kuramı Platon'a kadar geri gider. Ancak bize en aşina biçimlerini göz önüne alır-sak, gerçekten 1965'ten 1980'e kadar, on beş yıllık olağa-nüstü bir sürecin ürünüdür. Bir önceki bölümün başında adları sayılan düşünürlerin çoğu, çığır açıcı çalışmalarını, bu hayret verici derecede bereketli dönemde üretmişlerdir.
Peki bu tarihlerin anlamı nedir? Bu tarihlerin anlamı, kültür kuramının, siyasal aşırı solun, tümüyle karanlığa gömülmeden önce, İkinci Dünya Savaşı'ndan bu yana kendini biraz olsun gösterdiği tek dönemde patlak vermiş olmasıdır. Yeni kültürel düşüncelerin derin kökleri, sivil hak hareketlerinin, öğrenci isyanlarının, ulusal kurtuluş cephelerinin, savaş karşıtı ve nükleer karşıtı kampanyaların yoğunlaştığı, kadın hareketinin ortaya çıktığı ve kültürel özgürleşmenin altın çağını yaşadığı döneme aittir. Bu, tüketim toplumunun gösterişli bir şekilde uç vermeye başladığı; medya, popüler kültür, alt-kültürler ve gençlik kültünün dikkate alınması gereken toplumsal güçler olarak belirdiği; toplumsal hiyerarşiler ve geleneksel köklere karşı bir eleştirel saldırı furyasına girişildiği bir çağdı. Tüm toplumsal duyarlılık, dönemsel dönüşümlerinden birini gerçekleştirmişti. Ağırbaşlı, özdisiplinli ve itaatkar halimizden, vurdum duymaz, hazcı ve isyankar bir hale geçmiştik. Ama bu yaygın duygusal yabancılaşmayla beraber düşsel bir umut da vardı. Şimdinin, içinde var olmaya değer bir zaman olduğuna dair genel bir heyecan vardı. Ve bu böyle olmuşsa, kısmen şimdinin açık bir şekilde yeni bir geleceğin müjdecisi, bir sınırsız olanaklılıklar alanının giriş kapısı gibi görünmüş olmasındandır.
Her şeyden öte, yeni kültürel düşünceler, kültürün kendisine giderek daha fazla önem vermeye başlayan bir kapitalizmin içinden doğdu. Bu, alışılmadık bir gelişmeydi. Kültür ile kapitalizmi, Corneille ile Racine, Laurel ile Hardy kadar aşina bir ikili olarak düşünmek oldukça güçtü. Tam aksine, kültür geleneksel olarak neredeyse kapitalizmin zıddmı temsil edegelmişti. Kültür kavramı, orta sınıf toplumunun bir müttefiki değil, bir eleştirisi olarak gelişmişti. Kültür, fiyatlardan çok değerlerle, maddi olandan çok ahlaki olanla, züppelikten çok yüce gönüllülükle ilgiliydi. İnsani güçleri, birtakım bayağı ve faydacı amaçlar için değil, kendinde amaçlar için geliştirmekle ilgiliydi. Bu güçler uyumlu bir toplam oluşturuyordu; söz konusu olan salt bir özelleşmiş araçlar yığını değildi ve "kültür" bu muhteşem sentezi temsil ediyordu. Endüstriyel kapitalizmin hiçbir işine yaramaya-cak olan değerler ve enerjilerin sığınabileceği derme çatma bir barınaktı. Erotik olanla simgesel olanın, etik olanla mitolojik olanın, tensel olanla tinsel olanın, kendilerine gide-rek daha az zaman ayıran bir toplumsal düzen içinde, bir arada bulunabileceği bir yerdi. Kendine has aristokratik yüksekliğinden, sürüler halinde aşağılardaki ticari alanda dolanan tüccar ve borsacılara tepeden bakıyordu.
Her şeyden öte, yeni kültürel düşünceler, kültürün kendisine giderek daha fazla önem vermeye başlayan bir kapitalizmin içinden doğdu. Bu, alışılmadık bir gelişmeydi. Kültür ile kapitalizmi, Corneille ile Racine, Laurel ile Hardy kadar aşina bir ikili olarak düşünmek oldukça güçtü. Tam aksine, kültür geleneksel olarak neredeyse kapitalizmin zıddmı temsil edegelmişti. Kültür kavramı, orta sınıf toplumunun bir müttefiki değil, bir eleştirisi olarak gelişmişti. Kültür, fiyatlardan çok değerlerle, maddi olandan çok ahlaki olanla, züppelikten çok yüce gönüllülükle ilgiliydi. İnsani güçleri, birtakım bayağı ve faydacı amaçlar için değil, kendinde amaçlar için geliştirmekle ilgiliydi. Bu güçler uyumlu bir toplam oluşturuyordu; söz konusu olan salt bir özelleşmiş araçlar yığını değildi ve "kültür" bu muhteşem sentezi temsil ediyordu. Endüstriyel kapitalizmin hiçbir işine yaramaya-cak olan değerler ve enerjilerin sığınabileceği derme çatma bir barınaktı. Erotik olanla simgesel olanın, etik olanla mitolojik olanın, tensel olanla tinsel olanın, kendilerine gide-rek daha az zaman ayıran bir toplumsal düzen içinde, bir arada bulunabileceği bir yerdi. Kendine has aristokratik yüksekliğinden, sürüler halinde aşağılardaki ticari alanda dolanan tüccar ve borsacılara tepeden bakıyordu.
Fakat kültür, 1960'lar ve 70'lerle beraber, film, imge, moda, yaşam tarzı, pazarlama, reklamcılık, medya iletişimi gibi anlamlara da gelmeye başlamıştı. İşaretler ve göstergeler, toplumsal yaşamın her yerine yayılıyordu. Avrupa'da kültürel Amerikanlaşma endişesi baş gösteriyordu. Gelişimi tamamlamadan refaha ulaşmış görünüyorduk ve bu da, kültür ve "yaşam kalitesi"yle ilgili konuları keskin biçimde öne çıkarıyordu. Değer, simge, dil, sanat, gelenek ve kimlik anlamındaki kültür, feminizm ve Siyah Güç (Black Power) gibi toplumsal hareketlerin soluduğu havaya dönüşmüştü. Artık uyumlu görüş birliğinin değil, görüş ayrılığının tarafında yer alıyordu. Kültürün bu anlamı, yüksek kültür ve eğitimin burçlarını ilk kez ve oldukça gürültülü biçimde kuşatarak kendilerini yeni yeni göstermeye başlayan işçi sınıfı, sanatçı ve eleştirmenlerinin de can damarıydı. (sf:24-25'ten alıntılanmıştır.)
Aslında Eagleton'ın Kuramdan Sonra isimli bu kitabı başlı başına alıntılanabilecek bir eser.
İçinde yaşadığımız günlük hayatın "kültürel" nüvelerine yeni başkış açıları kazandıran, zihin açıcı bir metin Kuramdan Sonra. Zırva olarak görülen kültür yığınlarının nasıl şekillendiğini, kültürel incelemelerin ve araştırmaların hangi nedenlerle göklere çıkartıldığının cevabını arayan bu kitap tüm sosyalbilimcilere tavsiye olunur...
Tabii eşliğinde bir doz da Fredric Jameson almakta da yarar var. Ona da geleceğiz..
Kuramdan Sonra - Terry Eagleton, Çev.:Uygar Abacı; Literatür Yayınları, İstanbul:2004
This entry was posted
on Çarşamba, Eylül 17, 2008
at Çarşamba, Eylül 17, 2008
and is filed under
araştırma,
inceleme,
kuram,
okuduklarım,
T. Eagleton
. You can follow any responses to this entry through the
comments feed
.
